top of page

Tezer'e Dair - Rozerin Kılıç

  • kibritfanzin
  • Dec 6, 2024
  • 3 min read

 

1942 yılının eylülünde yaşam araması için dünyaya geldi. İstediği bir yaşam mıydı yoksa yaşamsızlık mı?  Tezer'i anlatmak onu anlamak kadar güç. Yaşamını kendi arayışıyla geçirmiş, zamanın dışında kendi dünyasının izinde bir ömür sürmüş. Ona sunulmuş olanı, ezberlenmiş yolları, toplumun ona verdiği salt gerçeklerle yaşamayı reddetmiş bu yaşamın içinde ama yaşama ait olmayan bir yolculuk onunki. Kendisi

gibi varoluşçu yazarlardan etkilenmiş, bulunduğu ama yer bulamadığı toplum içinde kendini var etme serüvenine ilk romanı Çocukluğumun Soğuk Geceleri'nde yer vermiş. Toplum yaşamının bireyi sınırlandıran, kalıplara koyan yazgısına  başkaldırdığı romanında sürekli dile getirdiği; başlarda korktuğu, zamanla alaycı bir şekilde dile getirdiği ve ilerde tamamıyla arzuladığı ve sürekli dem vurduğu ölüm isteğini her defasında yüzümüze vurmuş.

“Ölüm düşüncesi izliyor beni. Gece gündüz kendimi öldürmeyi düşünüyorum. Bunun belli bir nedeni yok. Yaşansa da olur, yaşanmasa da. Bir kaygı yalnız. Beni, kendimi öldürmeyi denemeye iten bir kaygı.“

Sınırlara, yasaklara, toplum olmaya, baskılanmış cinselliğe, kentleşmeye, siyasi otoritelere, dinsel öğütlere, herhangi bir şey olmaya başkaldırmış. Kendi özü içinde özgürleşmeye çalışmıştır. Romanında ölümle birlikte en çok gördüğümüz diğer bir arayışı da cinsellik olmuş, çocukluk döneminde cinselliği ruhsal boşluğundan ve yalnızlığından bir kurtuluş olarak görmüş, daha sonraları cinselliğin kadın-erkek fark etmeksizin kişinin kendi özüne yaklaşması olarak görmüş.

“Ben büyük bir erkek-kadın ayrımı yapmıyorum. Önemli olan yanındaki insanın sıcaklığı ile kendi bedenini birleştirmek, ikisinin kaynaşması.”

 

Kendi varoluş çabasını, uyumsuzluğunu ve  yabancılaşmayı gördüğümüz bu romanından sonra, kendisinden yıllar önce ama kendisiyle aynı günde doğan Pavese'nin alıntılarının yer aldığı Almanca, Bir İntiharın İzinde adıyla yayınlanan, Türkçe'ye Yaşamın Ucuna Yolculuk olarak çevrilen kitabında bir göç hikâyesi yazmış. Zamanın ve mekanın dışında bir göç hikayesi, yaşamı "gitmek" olarak algılamış, yolculuk boyunca kendi özgürlüğüne ve sonsuzluğuna ilerlemiş. Hiçbir yere ait olmama fikri kitap boyunca yer etmiş, Pavese'nin intiharının peşinde kendi intiharını aramış, yaşamsızlıkla ölüm arasında bir çizgide hiç olmak için çabalamış, Pavese'ye yürürken Kafka ve İtalio Svevo’da duraklamış, aynı karamasarlığı, aynı varoluş çabasını deneyimlediği bu yazarların izinde bir göç hikayesini ele almış. Yaşamını manik-depresif ataklarla iki uç da yaşamış, depresif halini okura tüm açıklığıyla sunmuş ve yaşatmış.

“Gitmem gerek. Yeni resimler görmem gerek. Benimseyeceğim, içimdeki kıpırdanışları dolduracak bir resim bulana dek gitmem gerek.”

Biz, şimdi yıllar önce hep hayalini kurduğu ve planladığı kendi ölümünü, kendi planı dışında deneyimleyen Tezer Özlü'yle hangi yolculukta karşılaştık, onu anlamamız gerektiğini onu anlarsak kendimizi anlayacağımızı nereden çıkarttık; belkilerden, varsayımlardan ziyade bu insanın varoluşunun bir yazgısıydı, peki bu yazgıyı herkes üstüne yük edinmiş miydi? Elbette cevap çok açık. Peki bize dönecek olursak, yani bu yazgıyla var olacaklara... Biz ki yazgılar denizinden en dibini seçtik, biz yüzeyde olanın herkesçe ezberlenmiş ve ulaşılabilir olanın sıradanlığından kaçtık, kaçarken denizlerin bağlandığı okyanuslara sürüklendik, bizim zannettiğimiz kıyılara sığındık, her kıyı biraz tanıdık birazdan öte yabancıydı, her yolculukta kısa nefesler aldık, bu suların üstündeki atmosferde değildi bizim kurtarıcı soluğumuz, yüzeyden görünen, bizden öncekilere ait olan ama bizle var olmayan ve onunla var olamadığımız bu durgun denizlerin, durgun ve bir o kadar da yeknesak sakinleri onlar ki fırtınadan kaçanlar, onlar kendi kıyılarından ayrılamayanlar, tabii gerçekten onlarınsa. Boylarını aşan sularda hiç yüzmemişler, onların boyları çok kısa. Ve yine biz ayağı yere değmeyenler, sığ denizlerde boğulanlar; en dibe, en bizim olana doğru giderken defalarca karşılaştık, kendi buhranımızdan olsa gerek birbirimizi göremedik, kendimizi yalnız sandık ya da yalnız olduğumuza inanmak istedik. Biz bu salt “beni” var edeceğimiz hiç olma yazgısında Tezer’i ortak gördük kendimize, elbette biz de birilerine ortak olacaktık ancak yolculuklarına değil, yolculukta olma arzularına.



Comments


bottom of page