Uygun Adım Marş - Esra Kahya
- kibritfanzin
- Nov 22, 2024
- 4 min read
Updated: Dec 11, 2024
Birkaç gündür işe giderken kapının önünde bir adama rast geliyorum. Normalde olsa etrafımdakiler hiç dikkatimi çekmez. Kafam zaten bir dünya alacaklar-verecekler, tava getirilecek hatunlar, yetişecek dosyalar ... Ama bu adamı görür görmez bir gariplik sezdim. Dairedeki işine vaktinden bir saat önce giden kılı kırk yarıcı memur tipi var adamda. Hareketlerinde evham var bir kere. Yokuşun başına gelince adımları yavaşlıyor, gözlerini devirip etrafa bakıyor, kafası sabit, gözler fırıl fırıl bir o yana bir bu yana. Olduğu yerde biraz kalıyor, burun delikleri genişleyince havayı kokladığını anlıyorum. Avcı köpeği gibi geriyor vücudunu, sonra işaret parmağını ağzına sokup çıkartıyor. Bir ayinin orta yerindeymiş gibi kısık gözlerle ve saçma bir mest halinde tükürüklü parmağını havaya doğru kaldırıyor. "Manyak mısın dayı?" dememek için zor tutuyorum kendimi.
Yok ama. Öyle manyağa benzer bir hali de yok. Hali vakti yerinde. Üzerinde lacivert bir ceket, altında para verseler giymeyeceğim bol bir pantolon. Öyle uyduruk bir şey değil, belli ki pahalı. Şu kendinden parıltılı kumaşlardan olsa gerek güneş değince yanıp sönüyor sanki pantolon. Boyun bağı da ayrı alamet. Öyle sıkmış ki adem elması ortadan ikiye yarıldı yarılacak. Onu gördükçe nefessiz kalıyor, boğulacak gibi oluyorum. İçindeki gömlek de nasıl cancanlı, vitrinde falan görsem affetmem gider alırım. Bildiğin gök mavisi, bulut taşıyor gibi adamın bağrından. Kunduraları hafif yumurta topuk ve rugan. Piyanist şantör gibi bir havası da yok değil hani. Ve ilginçtir, adam bembeyaz saçları, tıraşlı yüzüyle rahmetli büyükbabamın kopyası sanki. Mezarda uzanmaktan sıkılmış da çöken avurtlarını, buruşuk yüzünü almış sokak sokak geziyor gibi. Son bir iki gündür bana mı görünüyorlar nedir, diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Büyükbabamın dün gece rüyamda “Seni almaya geldim,” diye peşimden koşması da hep bilinçaltımın oyunları.
Kaç sabahtır bu kılıkta ve bu tavırda gördüğüm adamı izlemek beni Mehtap'a sulanmaktan, Melda'ya şiirler yazmaktan ya da Funda'yı tenhalarda menhalarda öpüp koklamaktan daha heyecanlı kılıyor. Arabanın kenarına sinip kalem kalem izliyor, deli gibi merak ediyorum adamı. Yaladığı parmağını havada birkaç saniye tutup kendi etrafında yarım tur atıyor. Bazen sağdan başlıyor tura, bazen de soldan. Turu tamamlayınca kafasını kaldırıp gözlerini ileri dikiyor ve uygun adım marş. Komut veriyor mu bilmiyorum, uzakta biraz. Ama buradan bakınca silah omza vaziyeti almış cengaver bir askerden bir farkı varsa Allah da canımı alsın. Sinsi sinsi gelip parmak yaladıktan sonra cesaret yüklenen bu dayı giderken beynimin içinde mehter marşı çalıyor ve ben zihnimi kemiren merak ordusuyla adamın peşinden gitmemek için zor tutuyorum kendimi. Otobüsü kaçırmayacak olsam hiç affetmem, çekinmem de aslında. Ama bir sonraki sefer bir saat sonra ve iş yerine gitmem kırk beş dakikadan fazla sürüyor. İşin kötüsü patronum beni hayırsız damadına benzettiği için aramız pek iyi değil. Arıza mıdır nedir, durup durup 'Neşet," diyor bana. "Ramiz Bey, benim adım Fehmi," diyorum. "Adının ne önemi var, sıfatın ona benzedikten sonra," diyor. Bir iki kez izaha giriştim ama Nesibe abla "ilişme şuna," dedi." Damadına bir daire, iki de arsa kaptırmış, hıncı büyük. Adam haklı ayrıca, o şerefsizin kopyası gibi kaşın gözün."
Allah Allah, diyorum. O bahsi geçen şerefsizi görmek istiyorum. Bana benzeyen birini daha evvel hiç görmedim ben. Nasılımdır acaba dışarıdan bakınca? Başka gözler de mi beni ben gibi görür, kime nasılımdır ki? Misal şu dayı. Nasıl göründüğünü bilse yapar mıydı o antin kuntin hareketleri? Ofisteki Ayça olsa "Yapardı elbet, ne demeye yapmasın? Kime ne, sana ne, bize ne? " diye başlardı. "Elalem ne der?" dayatmasının azılı düşmanı, müthiş güçlü bir karakter ve ona paralel bir çene. Karşısında konuşabilmek mümkün değil, ezer geçer. Bir an düşünüyorum, bu dayıyı görse ne yapar acaba?
Takdir eder. Dünya umrunda değil diye alkış bile tutar. Ama bence bu elden ayrı bir şey, kafa noksanlığı bu. Bildiğin delilik yahu! Yok bu sabah kararlıyım, büyükbabama benzeyen bu garip adamın esrarını çözmeden uyku yok bana. Dün çıkmadan utana sıkıla izin aldım Ramiz Bey'den. "Üzerinize afiyet bağırsak sorunum var da bir tahlil…" diye başladım söze fakat adam bakışlarıyla susturdu beni. Tiksinç, itici bir şeymişim gibi kısacık baktı ve “Fazla gecikme,” dedi tıslayarak. Gelir gelmez de maliyenin dosyalarını kapatacakmışım, yokmuş öyle bedavadan yaşamak.
“Sana da vereceğin paraya da…” dedim içimden, izni kopardım ya gerisi fasa fiso. Gece heyecandan uyuyamadım, desem yeri var. Sabah işe gidermiş gibi uyandım, masanın üstündeki küflenmeye yüz tutmuş zeytinlerden üç beş tane attım ağzıma. Arabanın kenarına sindim ve beklemeye başladım.
İşte geliyor. Bir film karesinden fırlamış gibi adam. Ya da ben günlerdir kafama taktığım için her baktığımda daha gizemli buluyorum, o da mümkün. Yanından geçenlere küçük bir kafa hareketi ile selam veriyor sanki, ince dudaklarından dökülen birkaç kelime de duymuş olabilirim. Bu cüsseden öyle tok bir ses çıkar mı? Uydurdum mu yoksa?
Yaklaştıkça yanılmadığımı anlıyorum, kendi kendine konuşuyor bu dayı. Konuştuklarının bir bütünlüğü yok. Rüzgârın yönüne göre taaruza geçeceğinden, Sevim dönmeden evi kuşatması gerektiğinden, sazlıkta kaybettiği kibritten, dün gece kolunu yiyen yarasalardan bahsediyor. İşte yine aynı saçma hareketler… Vehimle atılan küçük adımları en tepeye gelince duruyor, kafasını sabitleyip gözlerini döndürüyor. Hay Allah’ım bu nasıl bir tip? Havayı kokla, vücudu ger, işaret parmağını ağzına sok ve hooop kaldır havaya. Yarım tur dön, silah omza ve ardından sağdan uygun adım marş! Ne saçma bir şeyin içine düştüm derken uygun adımlarla adamın peşi sıra gidiyorum. Aradaki mesafe çok değil. Homurdanıyor, bir marş söyler gibi ahenkli ve coşkulu. O önde, ben arkada iki kişilik deliler ordusu şeklinde şehrin sokaklarında ilerliyoruz. Yok hayır, Ramiz Bey şu halimi görse sorgusuz sualsiz koyar beni kapının önüne fakat gariptir ki onun arkasında yürüdükçe bir rahatlama, bir dinginlik, bir şuursuzluk hâli çöküyor üzerime. Attığım her adımla hiçbir şey düşünmemenin ne leziz lütuf olduğunu keşfetmenin hazzını yaşıyor, umarsızca yürüyorum. O kadar keyif alıyorum ki üçüncü sapakta onun yavaşlayan ve tedirgin adımlarına benimkiler de eşlik ediyor. Yanına kadar sokulup o ne yaparsa aynısını yapıyorum. Kafamı sabit tuttuktan sonra gözlerimi döndürürken zorlanıyor olsam bile işaret parmağımı ağzımın içine sokup havaya kaldırdığım an büyük mutluluk duyuyorum. Sabah yediğim zeytinin tadı ağzımın içine yerleşedursun ben “Bu taraftan büyükbaba,” diyerek çekiyorum yanımdaki yaşlı askeri. Rüzgâra karşı yürüyelim ki mücadelemiz çetin olsun. Silahları omza alıyoruz, uygun adım marş…
Kapanacak dosyalar geliyor aklıma. Ve Mehtap’ın ekmek kadar sıcak elleri. “Hepsinin,” diyorum. “canı ceheneme!”
Sevim dönmeden evi kuşatmalıyız.

Comments