top of page

Mine Söğüt ile Edebiyat Üzerine Kısa Röportaj

  • kibritfanzin
  • May 5
  • 2 min read

‘Deli Kadın Hikayeleri’ kitabınızda, ‘Gelecekle ilgili güzel hayaller kurmak insanı iyileştirir. Geleceği umutsuz insan, çok geçmez, ölür.’ diye bir kısım var. Siz Toplumsal umutsuzluk ve bireysel umutsuzluk arasında nasıl bir fark görüyorsunuz? Edebiyat, bu umutsuzluğu aşmada nasıl bir rol oynayabilir?

M.S-Tabii ki doğrudan ve çok güçlü bir bağ var ikisi arasında. Eğer umutsuz bir toplumun, o toplumu umutsuz eden unsurlarının bir parçası değilseniz, siz de toplumsal umutsuzluktan birey olarak payınızı almak zorundasınızdır. Kendinizi toplumsal umutsuzluğun tamamen dışında tutmanız mümkün olmaz. Bireysel kaçma noktaları bulunabilir ama o kaçışın zorunluluktan olması bile nihayetinde umutsuzluğa varır. Edebiyata gelince… Edebiyat hatta külliyen sanat bence toplum ya da birey için bir umut kaynağı olma sorumluluğu taşımaz. Ancak bir farkındalık vesilesi olabilir. Umudu farkındalıkta arayan biriyseniz işlevi önem kazanır.

Delilik, ölüm ve toplumsal baskılar gibi sert temalar üzerine yazarken sizi en çok zorlayan şey nedir?

M.S-Gerçeklerden beslenerek yazıyor olmam. Kurguda yeniden yarattığım o karanlık dünyaların, daha da sert halleriyle gerçek hayatta var olduğunu bilmek.

"Beş Sevim Apartmanı" ve "Deli Kadın Hikâyeleri" gibi kitaplarınızdaki karakterlerin psikolojik derinliği dikkat çekiyor. Psikoloji ve edebiyat ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

M.S-Yazarken öncelikle insanı ve toplumu tanımak, analiz edebilecek yetiye sahip olmak, karakterlerinizi yaratırken akılcı olmak zorundasınız. Neden sonuç ilişkilerini mantıklı kurmakla yükümlüsünüz. Burada da destek almanız gereken en yakın disiplin psikoloji.

Kadın karakterlerinizin çoğu toplumun dayattığı kalıpların dışına çıkıyor. Kadınların toplumsal ve bireysel özgürleşme sürecini edebiyat yoluyla anlatırken neleri göz önünde bulunduruyorsunuz?

M.S-Sadece gerçekleri. Aslında yarattığım kadın karakterlerin çoğu toplumun dayattığı kalıpların içinde acı çekiyor. Toplumsal ya da bireysel özgürlük kazanmış kadınlara dair kurgular yapmıyorum ben. Aksine o sıkışmışlığı, çaresizliği ve adaletsizliği vurguluyorum. En sıradan kadının bile hayatının derinliklerine işleyen çıkışsızlığın öykülerini anlatıyorum.

Türkiye'deki toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda mevcut durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Hangi adımlar atılmalı?

M.S-Adım atmak yetmez şu anda bulunduğumuz noktadan koşar adım tam aksi istikamete doğru uzaklaşmak gerekiyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin tartışılabileceği zemini bile kaybetmiş durumdayız. Kadının ancak kapanarak özgürleşebileceğinin meşrulaştırıldığı bir siyasi ortamda erkek egemen bir inancın argümanlarıyla evrensel hukuktan bağımsız bir şekilde yeniden inşa edilmeye çalışılan bir hukuk sistemine mahkum edilmek üzereyiz.

Toplumun edebiyatı şekillendirdiğini mi, yoksa edebiyatın toplumu değiştirdiğini mi düşünüyorsunuz?

M.S-Eğer edebiyat toplumu şekillendirebilseydi böyle bir dünyada yaşıyor olmazdık. Maalesef toplumu da edebiyatı da şekillendiren ekonomi ve onun emir eri olan siyasettir.

‘Deli Kadın Hikayeleri’ kitabınızda, ‘Söyle bana, ölünce içimdeki şarkılara ne olacak benim? diye okurlara soruyorsunuz. Şimdi biz size sormak istiyoruz. Ölünce içimizdeki şarkılara ne olacak?

M.S-Tabii varlıklarını hayata devam edenlerin içinde sürdürecekler.

Kıymetli zamanınızı bize ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Kaleminiz hiç susmasın.

M.S-Ben teşekkür ederim.



Comentários


bottom of page